Aile planlaması istedikleri zaman, istedikleri sayıda çocuk sahibi olabilmeleri için ailelere verilen hizmetlerin tümüdür. Aile planlaması ailedeki kişi sayısını sınırlandırma anlamını taşımaz, amaç anne ve doğacak çocukların sağlıklı olması ve çocuk sahibi olmak istenildiğinde gebeliğin oluşmasıdır. Aile planlamasının amacı: bireyleri ve aileleri üreme konusunda eğitmek, anne ölümlerini ve sağlığını korumak, bebeklerin sağlıklı doğmalarını ve yaşamalarını sağlamak, yüksek riskli gebelikleri önlemek, istenmeyen gebelikleri önlemek, çocuk sahibi olmak isteyenlere tıbbi yardım sağlamaktır.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’ nün son verilerine göre dünyada her yıl, 210 milyon civarında gebelik meydana gelmekte, bunların yaklaşık 1/3’ü istenmeden oluşmakta ve 46 milyonu isteyerek düşükle sonlanmaktadır. Yasaklamalar nedeni ile düşüklerin 19 milyonu güvenli olmayan koşullarda gerçekleşmektedir. Güvenli olmayan düşüklere bağlı olarak dünyada her sekiz dakikada bir kadın ölmektedir.
Ülkemizde 1958 yılına gelene dek hep nüfus arttırıcı bir politika izlendiği görülmektedir. O zamana dek uygulanan nüfus arttırıcı politikaların artık değiştirilmesi ve Aile planlamasına yönelik politikaların geliştirilmesi gerekliliği ilk kez 1958 yılında ele alınmıştır. Zamanın Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı(SSYB) sorunu üniversitelerde bilimsel kurula inceletmiş ve bu kurul anne-çocuk ölüm oranlarının çok yüksek olduğunu saptayarak yasalardan doğum kontrolünü yasaklayan önlemlerin kaldırılmasını önermiştir. Çünkü o döneme kadar uygulanan yasalarda düşük yaptırıcı veya gebeliği önleyici ilaç ve araçların satılması, kullanılması ve bu konuda özendiricilik yapılması yasaktı. Hatta altı çocuktan fazla çocuklu annelere ödül, madalya verilmesi gibi özendirici yöntemler bile kullanılıyordu. Tabii ki o zamana dek uygulanan politikaların da kendi dönemi içinde haklı sebepleri vardı.
Osmanlı imparatorluğu zamanında zaten nüfus meselesi diye bir sorun yoktu, Çünkü hem çok eskilerden gelen büyük ve kalabalık aileye sahip olma alışkanlığı ve büyük toprakların korunabilmesi için gerekli olan fazla nüfus ve dolayısıyla fazla sayıda askere sahip olma gerekliliği vardı.
Nüfus politikası ilk kez Cumhuriyet döneminde oluşturuldu, ulus sağlığının korunması, güçlendirilmesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun arttırılması gerekliliği savunuldu. Zamanın koşulları değerlendirildiğinde; ardı ardına büyük savaşlardan çıkıldığı, tarımın henüz endüstrileşmediği ve bağımsızlığın korunması için güçlü bir orduya gereksinim olduğu o dönem için bu doğru bir politikaydı.
1960 da Devlet Planlama örgütünün kurulmasıyla SSYB Doğum Kontrol sorununu ciddiye almış, ana hatlarıyla bir yasa hazırlamış ancak yasanın TBMM tarafından kabulü ve yürürlüğe girmesi 5 yılı almıştır. Çıkan Nüfus planlaması kanununda (557 sayılı yasa) Çocuk sahibi olmak ya da olmamak engellenemeyecek bir özgürlük olarak tanımlanmış, gebeliği önleme önlemleri yasal hale getirilmiş, tıbbi zorunluluk dışında kürtaja ve kısırlaştırmaya izin verilmemiştir.Sağlık boyutundan bakıldığında bu yasanın ardındaki en önemli gerekçe, anne-çocuk sağlığına ilişkin araştırmaların, anne çocuk ölüm ve hastalık oranlarının çok yüksek olduğunu ortaya çıkarmış olmasıdır. Anne ölümlerinin yarıdan fazlasının gizli olarak yapılan düşükler nedeniyle olduğu saptanmıştır.
1983 yılında (2827 Sayılı Yasa) yasal düzenleme anlamında ikinci bir adım atılarak cerrahi yöntemlerin de eklenmesi ile aile planlaması yöntem ve seçenekleri arttırılmış, 10 haftaya kadar olan gebeliklerin yasal olarak sonlandırılması serbest bırakılmış oldu ve hizmet sunumunun yaygınlaştırılması planlandı.
Günümüzde tekrar alevlenen tartışmalarda Türk Tabip odasının önerileri doğrultusunda bilimsel bir bakış açısıyla konuyu değerlendirirsek :
Ülkemizde 1950’li yıllardan başlayan farkındalıkla 1960 yılında yasa çıkana kadar kaybedilen kaybedilen 10 yılda, yıllık düşük sayısının yılda 500 bin civarında, ölen anne sayısının ise, 10 bin civarında olduğu tahmin edilmiştir.
Türkiye’de anne ölümleri içinde düşüğün payı yalnızca %2’ dir. Dünyada düşüğün anne ölümleri içindeki payının olduğu hatırlanacak olursa bu durumun Türkiye açısından bir başarıdır
İsteyerek düşükler, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kadın sağlığında önemli bir sorun oluşturmakta; üreme çağındaki kadınların başlıca ölüm nedenleri arasında yer almaktadır.
Türkiyede 10 haftaya kadar olan istenmeyen gebeliklerin sonlandırılabilmesi sonrasında: Kürtajlar 3 kat azalmış, anne ölüm hızı 6 kat azalmıştır, Modern Aile Planlaması Yöntem Kullanımı 2 kat artmıştır, kadınların Yaşam Süresi 14 yıl artmıştır.
Güvenli olmayan düşüklere bağlı ölüm ve sakatlıklar sağlık gündeminden çıkmıştır.
Sonuç olarak kürtaj ihtiyacını azaltmak adına ilköğretimden başlayarak yapılandırılmış bir cinsel sağlık ve üreme sağlığı konularını yaş grubuna uygun olacak şekilde müfredatın parçası haline getirmek, gençlere yönelik cinsel sağlık , üreme sağlığı akran eğitim programlarını yaygınlaştırmak, istenmeyen gebeliklerin tümünü oluşmadan önlemek, karşılanmamış aile planlaması ihtiyacını ortadan kaldırmak , Aile planlaması hizmetlerini birinci basamakta kaliteli , sürekli ve her düzeyde yaygın sunmak, Aile planlaması hizmetleri ve malzemelerinin tümünü genel sağlık sigortası kapsamına almak, Kadının statüsünü güçlendirmek ,Üreme sağlığında erkek katılımını güçlendirmek , Aile planlaması alanındaki yanlış toplumsal inanışların önüne geçmek gereklidir.
Şu anda halen Kürtaj Yasasında bir değişiklik yapılmamış olup 10 haftaya kadar olan istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması mümkündür.( Ağustos 2012)